12 Ağustos 2014 Salı

100. Yazı

Allah'ın selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Burada yazmaya başlamamın üstünden 99 fikir geçmiş. Şimdi 100. ile kendi dünyamdan seçtiğim kelimeleri size sunmaktayım. Bu blog bir kişiyi etkilemek, O'nun hakkında hayallerimi yazmak ile başlayıp Ufak bir günlük, şiirler, uyarılar, kişisel itiraflara kadar her şeyin içinde bulunduğu bir blog haline geldi. Hayatı boyunca konuşmayı sevmiş biri olarak, kimseyi dinleme zahmetinde bırakmadan sınırsızca konuşmak olarak gördüğüm yazı yazmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Bunları söylemek komik olsa da, Allah'ıma yazabilme kabiliyeti verebildiği için hamdolsun. Bugün eskiden yaptığım gibi gerçekleşecek olan bir hayali satır satır gönlünüze işleyeceğim.

Ne yıllar geçmişti, ne günler. Tamı tamına en doğru zaman, en doğru  ve en çok sevdiğim yerde uyandım. Yanımın boş olması şaşırttı birden. Daha doğrusu dolu olması da şaşırtırdı ama bu sabah erken kalkmaz diye umuyordum. Saat kurmasam beni hiç bir güç uyandıramazdı. Malum evlilik sonrası düğün telaşı ve öncesi yeterince yorucu, eve kendimizi attığımız gibi öylece uyuyakalmıştık. Yeni evimde ilk sabahım. Yüzümü yıkadım bir yandan sesleniyorum "Hayatım?". Ses yok.. Aşağı indim baktım mutfakta bir şeyler yapıyor. "Ne yapıyorsun sen burada? Hani öyle erkenden kalkmak yoktu. Şimdiden hile yapıyorsun bak". dedim. Onca zamanın hasreti bir ömür çıkacak gibi değildi. Sımsıkı sarıldım. "Hayırlı Sabahlar karıcığım" dedim. Tepki vermemesinden anladım ki yattığı yer çok rahattı. Kısa süre sonra kafayı kaldırdı "Hayırlı sabahlar kocacığım asıl sen niye uyandın ki ben kaldırırdım seni" dedi. Benimle konuşurken neredeyse O'nu duyamayacaktım. Kollarımda olması ve yüzüne bakıyor olmak beni huzurla alıp cennet diyarlara götürüyordu adeta. "Kahvaltı hazırlıyorsun ama yukarı çık hazırlan başka bir işimiz var bizim" dedim. Önce suratı asıldı. Konuşacak gibi oldu ama susup yukarı çıktı. Merak, isteğin önüne geçti. Ben masaya çıkardıklarını toplarken O hazır olmuş gelmişti bile. Bir kadına merak ve mutluluk verirseniz çok hızlı davranabilir. Biraz daha zaman kazanıp merakını alevlendirmek için yavaş hareket etsem de 15 dakika da ben de hazır halde, yola çıkmıştık. Nereye gideceğimizi hiç sormadı. Bana güvenmesi için daha önceden bir çok sebep vermiştim O'na. Eğer ben gizli bir şey yapıyorsam sonunda kesinlikle mutlu olacağını biliyordu ve susuyordu. Kadıköye yaklaşırken aklında bir şeyler belirdi sanki bana bakıp gülümsedi. Sonra Haremi geçtik ve dayanamadı " Buldum Kız kulesine karşı simitle çay içeceğiz değil mi?" diye sordu. Yoldan kafamı çevirmeden gülümsedim. "Az kaldı sevgilim" dedim. Arabayı park edip, karşıdan karşıya geçtik. Bilerek biraz yürüyelim diye çok yakına park etmedim. Orada el ele yürümeyi çok seviyorum. Kız kulesi iskelesine geldik. Buradan kız kulesini görmeye gelenler teknelerle karşıya geçiyordu. Ama hepsinden farklı bir tekne yanaştı. Tam konuştuğumuz vakitte, tam olması gereken yere. Tekne değil bir yat ayarlamıştım sevgilimle ilk kahvaltımız için. O ne olduğunu anladığında şaşkın şaşkın bana bakıyor, etrafını izliyordu. Çevreden geçenlerin dahi dikkatini çekmiştik ama umurumda değildi. Sadece kaptan ve biz varız, başka kimse olsun istemedim normalde hizmet edenler de olabilirdi ama sözüm var kahvaltıyı ben hazırlayacaktım. Alıp yerleştirdiğim şeyler hazır şekilde bekliyordu. Çabucak bir sofra hazırladım. Oturduğu yerden kız kulesini, Üsküdarı, isterse tüm boğazı görebileceği bir kahvaltı hazır, hayatımı anlamlandıran sevgiliyi bekliyordu. Güvertede etrafı izlerken sessizce yanına gittim. Beline sarılıp yanağını yanağıma koydum ve "hadi ben açlıktan seni yemeden kahvaltımızı edelim" dedim. Kahvaltı sonrası kahvemizi beraber yaptık ve hep bizi kavuşturan Kız Kulesine karşı 40 yıllık hatrımızı ona bıraktık. İstanbul'a karşı hikayeler anlattım O'na. İstanbul'umuza ait olan, Bu güzel şehri daha da güzel kılan hikayeler. O kendi yorumlarını katıp beni şaşırtıyor sonra sanki çok önemli bir şey anlatıyorum gibi ciddi ciddi beni dinliyordu. Yüzüne baktığım çoğu vakit anlattığım şeyi karıştırsam da ilk güneşimizi beraber batırmış ve tekne turumuzdan aşkın topraklarına ayak basmıştık. Daha sonrası ne buraya yazılır, ne bilinir. Beraber yaşadığımız vakit, dost sohbetlerinde otururken bahsi geçerse devam ettiririz elbet neler olduğunu. Maşallah ki Bülbül Gülünü buldu. Hamdolsun ki O gül bülbül'e yuva oldu.

12 Temmuz 2014 Cumartesi

Yeni Bir Başlangıç

Bu sefer eskileri yeni bir dille anlatmaya başlayacağım. Bu sefer ki anlatacaklarım bir hayal ve ya dua'dan ibaret olmayacak. Aşk dediğimiz tek harflik kainatta bizim dilimize çocukken düşen aşk olsun dualarının zaman geçtikçe nasıl içimize işlediğini anlatmak istiyorum. Kırık dökük sandığım kalbimin nasıl Anka kuşu gibi kendi aleviyle yeniden doğduğunu ve bu doğuşunda nasıl güçlendiğini anlatmak, Aşk'a kapılan bir gönlün ne gördüğünden, nereye gittiğinden bahsetmek istiyorum. Kolay değil elbet bunlardan bahsetmek. Ancak en çok sevdiğim sözlerden biri çalınıyor kulağıma " kimse kolay olacak demedi."

Bizim buralar geceleri farklı olur. Tenha, hafif esintili olur en sıcak günde bile bir rüzgar çarpar kulağına insanın. Gökte yıldız olmasa Ay, Ay olmasa yıldız olur. Sırlıdır bizim buraların geceleri, dinleyebilene Aşk okur.

Bir türlü dinlemeyi becerememiş bir aşık sokaklarda dolanıyor eski zamanlarda. Sahi eski zamanlar deyince ne kadar geri gitmek gerekiyor. Çok eski olmasa da, geçmiş içinde anıları barındırdıkça eskiyor git gide. Bir telefon elinde şiirler yazıyor. Kendine aşık diyor o vakitlerde ve ya kendini öyle biliyor, halini ancak bu şekilde sıfatlandırabiliyor. Biri çelmiş aklını belli, aklı hariç her şey yerinde duruyor. Saat günü geçirmiş, sokakta sadece hoyrat köpek sesleri. Etrafı dinliyor bizim aşık, içinde bir his var ki tam kelimelere dökmelik ve dayanamıyor yeni bir not açıyor telefonundan;

Gece gibisin ey Sevgili. İçimi ürpertiyor bakışların ama kendimi senin gözlerinden ayrı tutamıyorum. Gece gibi sırlar saklıyorsun nefesinde, bilemiyorum ne söyleyebilirim sana ve ya her şeyi söylüyorum da susmanı izliyorum. Gecenin karanlığıda var Ay ışığının eşsiz güzelliği de gözlerinde. Beni her gün güneşin batışı gibi batırıyorsun denizlerin dahi uzak olduğu yerlere. Seni koklayıp, seni görüp, sensiz kalmak ne zor..

Okusa acaba ne düşünür diye hayallere dalarken evin kapısına geldi. Şimdi yukarı çıkacak ve içinde ki hüznü, özlemi, eksikliği bir kenara bırakıp yüzüne koskocaman bir tebessüm maskesi takacaktı. Ne zordu bu herkesin iyi misin demesine "hamdolsun" demek. Bilinmeyen bir sevdaya düştüm sanarken düştüğünün sadece cennet bahçesinde bir ağacın gölgesi olduğunu bilemezdi aşık sıfatlı çocuk.

Böyle başlamışken Aşık sıfatlı Çocuk'u yazmaya hikayenin cennet bahçesinin en nadide çiçeği olan sevdalısı olduğum On'da O'nu bulduğum elinde bir fincan çay ile geldi. Oldum olası ince belli bardakla istemem çayı, 2 dakikada bitirip tekrar Yarimi gözlerimin önünden uzaklaştırsın istemem. "Yazarken seversin sen hangi kelimeleri resimlere dönüştürdün yine" diyerek ekrana uzattı kafasını. Daha başını okurken anladı O'nu yazmaya başladığımı. Yıllar önce söz verdiğim bizim romanımız yavaş yavaş kelimelerine kavuşmaya başlamıştı. Çayımdan yudumlamadan şeker ellerinden öptüm Esma'mın. O'nun getirdiği çaya şeker atmama gerek kalmıyor böylece. Her defasında merak eder okurdu ama bu sefer merak etmek istedi ve "Çayın biterse haber verirsin" diyerek beni bana anlatmaya bıraktı..

29 Haziran 2014 Pazar

Bir Garip

Bir yeni zelzele daha var içimde
Sarsılıyor bildiklerim, bilmediklerimin önünde.

Can verir gibi ruhuma ettiğim bu mücadele
Çekişiyor şeytan ile melek eski, tenha bir yerde.

Aksini söylerken aklım, kalbim siliyor şevkimi
Aklın konuştuğu yerde gönül kimsesizlerde.

Bir ezan daha okundu bir yerler de bir selâ 
Akıl dediğim akıllanmaz, görmez çekse bin cefa

Yenik düştükçe zayıfladı kalbim zalimin elinde,
Ben demek ne büyük zulümmüş anladım bir fakirin evinde.

Tâ ki düşer gönle ateş o vakit huzur bulur,
Ne hikmet var ne marifet ateşi olmayan gönülde.

Bize mi kaldı diyor nefsim bunca sönüğü yakmak,
Kim kurtaracak sahi bilmeyeni, dili olmayanın elinden.

Biz korkmadıkça hak söylemeyi vardır bir yolu elbet
Hak'kın yolu birdir elbet, elbet yakar derinden.

Ne şüphem var ne sorgu, konuşur biri içimden
O derse ak, bil ki kara hayırlısıdır ferinden

Ne büyük makamdır hiçlik ki yok olmaya sahip
Okyanusu görmeyene yoktur derini denizden.

Bizden başka biz mi var ki sen konuşup durursun,
Uslanmadan kendini ne diye avutursun,
Sanma sonsuzdur bu yer sen sanma ki sonsuzsun,
Sonsuz sandığın herşeyi yer altında bulursun.

27 Haziran 2014 Cuma

Oku

Oku!
Seni Yaratan Rab'binin adıyla Oku!

Ne hayranlık uyandırıcı, Ne yüce, Ne müthiş bir emir. Ahir zaman ümmetine gönderilen ilk emir bu. Okumak..

"Size Allah'ın âyetleri okunup dururken ve Allah'ın Resûlü de aranızda iken dönüp nasıl inkar edersiniz? Kim Allah'a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle o, doğru yola iletilmiştir." ( Al-i İmran 101)

"Elif. Lâm. Râ. (Bu Kur'an), Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, yani her şeye galip (ve) övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır." (İbrahim, 14/1).

Okuyabilene ne büyük müjde, okumayana ne büyük hüsran.. Allah kelâmını layik-i vechile okuyabilmeyi, anlayabilmeyi ve yaşayabilmeyi nasip etsin.

Şimdi asıl anlatmak istediğime gelelim. Okumaktan bahis sadece Kuran-ı Kerim'i okumak mı? İnsanoğlu her an okumak üzerine mi olmalı? Okumak için hangi lisanı öğrenmek gerekir?

Okumaktan bahis evvela Kuran-ı Kerim'i okumaktır amma ve lakin insanın ikinci aşamada okuması gerekenler;

-Kendi Hal ve Hareketleri
-İçinde bulunduğu Toplum
-İbadet ve zikirlerindeki titizlik
- Allah'ın Yarattığı herşey

İnsanoğlu her anını tefekkürle geçirebilir ise pek çok sırra ve mucizeye erişmesi zor değildir. Dünyada hiç bir icat yoktur ki doğada bir örneği olmasın ve ya doğal bir madde ile yapılmasın. Bunun sebebi farkında olarak ve ya farkına varmadan yapılan tefekkürler sonucu açılan kapılardır. Bildiğimiz her şey Allah'ın yarattıklarının yanında okyanusa batırılan toplu iğnenin ucunda kalan su damlası kadar bile sayılamaz. İlmi kazanmak düşünmek ile düşünmekte "Okumak" ile olur. Çevresini, kendisini, ruhunu okumayan insan ne öğrenirse öğrensin hazır ezber bilgiden öteye geçemez ve yeni bir fikir ortaya dökemez.

Okumak için gereken lisan ise her akıl bâli insanda bulunan beyin lisanıdır. Çünkü bir tek insanoğluna bahşedilen düşünme ve karar verme mekanizması aslında tüm evreni içinde bulunduran mucizevi bir yapıdır.
Bu lütfu kullanmayı öğrenen kişi eğer Allah ve Varlık bilincine erişmeyi başarırsa mutsuz olabileceği hiç bir an olamaz. Bunun yanında huzuru ve Rab'bin dostluğunu kazanır. 

Bunun için Ey İnsanoğlu "Oku".


10 Haziran 2014 Salı

Kırılmış pamuk

Kırılma artık gönül.

Ne sende kalsın kırılacak hal,

Ne de kıranlar görsün sende kıracak bir yer.

Öyle bir hal al ki pamuk değse batsın tenine.

Öylesine dönüp bakma insanlara,

Hepsine bir mucize gözüyle bak.

Ona göre kırılma kimseye.

Seni kıran seni bilmediğinden kırar.

Seni bilse kendini bilir.

Kendini bilmeyen neyi bilir gönül?

Bir ezan okundu kulağıma, doğumum mu, ölümüm mü bilemedim.

Sen öleceğini bilmeden yaşarsın gönül, yaşarsın da ne sanırsın?

Kapatınca gözlerini bir avuç toprakta hükmün geçecek mi sanırsın?

Kırılma artık gönül.

Ne sende kalsın kırılacak hal,

Ne de kıranlar görsün sende kıracak bir yer.

Kırılma ki kırma,

Kırılacak kadar katı olma.

3 Haziran 2014 Salı

Bir Karışık Aşk Şiiri

Gözlerin düştü önüme,
Çaresizliğime bedel.
Ne yana baksam elâ, 
Yüreğim olmuş derbeder.

Bir yandan gülümsetiyor,
Bir yanımda sular sel.
Öyle bakış işledin ki,
Gönlüm artık muteber.

Şikayet etmem senden,
Özlemedir bu haller.
Ömür gelip geçiyor,
Sönecek bir gün fener.

Ne fayda var kelâmda,
Seni anlatmıyorsa.
Kelâm olmuş diyarda,
Bir Yarsizlik bir de fer.

Sen yine bak bana,
Ürkek ürkek derinden.
Gözlerim hayat bulur,
Gözlerinin deminden.

Aşk sen demek sende Aşk,
Aşıklar iyi bilir.
Bir damla göz yaşına,
Bir hayatı verir.

Seni bana bahşeden,
Rab'bime bin şükür.
Bu devran döndükçe,
Gözlerim sana mühür.


23 Mayıs 2014 Cuma

Gökkuşağı

Damla Damla Rahmet'ten sonra çıkan Gökkuşağı gibi bazı anılar.
Yakaladığında çok mutlu eder insanı, anlamsızca bakarsın mucizeye.
Sonra kaybolur gider.
Işıkla gelen, ışıkla gider.
Başı, sonu belli değildir zaten.
Bir kere gördükten sonra her yağmurdan sonra bakınırsın gökyüzüne.
Baktıkça görememek, göremedikçe ümidini kaybetmek.
İşte büyüdükçe o gök kuşağını görmenin zorluğunu anlıyorsun.
Gördüğün vakit daha zor heyecanlanıyorsun.
Gideceğini ve bir daha ne zaman geleceğini bilmemek onu kıymetli kılsa da 
Heyecan yerini, düşünmemeye bırakıyor.
Düşünmek üzüyor çünkü.
Bırakın anılar ilk anlarıyla kalsınlar.
Tekrarı olmayacak.
Gökkuşağındaki renkler ilk gördüğünüzde güzel.
Çünkü istemediğiniz halde geldi size o hediye.
Tekrar isteme hakkınız yok.
Ondan beklemeyin aynısının olmasını.
Bırakın tek seferlik anılarınız olsun.
Bu anılar mutlu kalmanızı sağlayacaktır.
Aynısı tekrar gelse de yerini tutamayacak.

21 Mayıs 2014 Çarşamba

Aşk Mektubu

Bir gün daha anladım.
Sensiz nefes alınmayacağını,
Alınanın nefes değil zehir olduğunu,
Ömrümün yokluğunda geçmeyeceğini.

Ve

Bana bir kere daha hatırlattı yokluğun,
Kokundan uzak kaldığım her anın,
Gözlerine bakamadığım her karenin,
Beni sana nasıl yaklaştırdığını.

Çünkü ben, seninle güzelim.

Düşünsene, 

Adalar olmadan deniz mi olur?
Yıldızlar olmadan gökyüzü.
Çocuklar olmadan neşe mi olur?
Martılar olmadan vapur.

Ya peki,

Sen olmadan ben olur mu?
Nefes almadan yaşamak gibi..
Kaç saniye dayanılır ki?
Kaç ömür uçar gider son nefesini harcayıp?

Bence

Adalar denizde dursun.
Yıldızlar kalsın gökyüzünde.
Çocuklar hep gülsün evlerde ve
Martılar hep uçsun vapur peşlerinde.

Sende hep benimle ol.
Çünkü biri olmadan diğeri manasız kalıyor hayatta.
Beni manasız bırakma..

5 Mayıs 2014 Pazartesi

Galip ve Daimi Mağlup

Selamun Aleyküm,

Yaratılmışların en üstününe, yani kendini bir şey zannedemeyen insanoğluna bir yazıyla daha karışmak istedim. Günümüz hastalıklarından "namazsızlık" ve "ben nefsimi yenemiyorum" üzerinde durmaya çalışacağım.

Namazsızlık, bilimsel adı ile İslamofobi(gerçek manasını biliyorum bu bir dalı diyebiliriz), günümüz gençlerinin tutulduğu en yaygın hastalık. İçte var olan namaz kılma isteğini fiilen gerçekleştirememek ve bu gerçekleştirememekten ara ara ve ya sıklıkla rahatsızlık duyma diyerek tanı koyabiliriz. Namazını kılmıyor diye kimseye bir söz söyleyemesem de namazını kılamıyor diye söyleyecek bir kaç sözüm var.

Öncelikle insanın namaza neden ihtiyaç duyduğuna değinmek istiyorum.

Namaz kul ile Rab'bin, Yaratılan ile Yaratıcının, Hiç ile Hep'in yakınlaştığı bir manevi buluşma. " Secde et ve Yaklaş" buyuran Rab'bimize yakınlaşmamız her vakitte bir derece daha artıyor. Bu yakınlık secde kısmına geldiği vakit " Secde müminin Miracıdır" kıvamına eriyor ve Allah'ın karşısına çıkmış bulunuyoruz. Kul Rab'be muhtaç. "Ayakkabı bağımızı bile Allah'tan isterdik" diyen Ashab-ı Kiram'dan, muhtaç olduğu vakit el açmaya gafil bir ümmete dönüşüm namazsızlık sebebiyle olmuştur. Namazın tadını "Ayakta dur, rukû et, secde et şeklinde almaya çalışan şahıslar için " Yazık öyle namaz kılanlara" buyrulmuş ve namazı aslen nefsimize kıldırmamız gerektiği apaçık ortaya serilmiştir. Bunların haricinde, ölüm kapıyı çaldığı vakit ve sorgu başladığı vakit " Gençliğini nerede harcadın" " Namazını kıldın mı?" soruları geldiğinde " Ben istedim ama nefsim izin vermedi" demek pek yardımcı olmayacaktır haberiniz olsun. Karman çorman yazımdan ana sebepler çıkarırsam. Namaz;
1- Kul ile Rab'bi yaklaştırır.
2- Dua'ya alıştırır.
3- Nefsi evcilleştirir.
4- Uyandığımız vakit korku yerine cennet bahçelerini görmemizi sağlar.

Bize sunulan 24 saatlik zaman diliminde taş çatlasa 45 dakikayı "zorunlu" olduğu halde ayıramıyorsak bunun nefis savaşıyla bir ilgisi yoktur. Namazını kılarsın, namaz dışında nefsinle savaşırsın. Çünkü namaza boyun eğmeyen nefisle savaş yapılmıyordur. Zaten galip belli iken savaşa savaş diyemeyiz.

Yalan, iftira, zina, boş vakit harcama, faiz, Allah'tan gafil kalma, gıybet, cimrilik gibi konularda nefisle savaş ölünceye dek sürecektir. Bu konular dışında olan zorunlu ibadetleri yapmama kişinin kendini benim nefsim ağır basıyor yalanıyla kandırıp al nefsim bu beden senin istediğin gibi oyna demesidir. Söylenen şeylerin ağırlığı yazarken bile çok gelirken bizim bu nefisle bırakın cenneti ilk sorgudan geçmemiz bile mucize gerektirir. Bu sebepten dolayı " Bu dünya yalan, Asıl dünya Ahiret." hadisini her an kalbimize ve aklımıza kazıyalım. Nefsinin kuklası olup gaflet peşinde bir ömür dediğimiz sonu belli olmayan kısa vaktimizi boşa harcamayalım. Allah'ın bizden razı olması için çalışmak, gönlümüzü O'na sabit tutmak ve teslim olmak şartıyla bir ömür sürdürelim İnşaAllah.

Allah bizleri nefsine karşı her daim galip olanlardan eylesin. Amin.

30 Nisan 2014 Çarşamba

Bir Gafilin Gönlü

Merhamet ettin şu acize,
Rahmet damlaları düşer gönle,
Eksik kalsak bir gün, 
Nice olurdu, halimiz nice.

Hak'ka doğru yol almışız,
Biz bu yola aşk katmışız,
Aşımız dua, orucumuz namaz,
Hak'sız olsak, halimiz nice.

Bir bir gördük elif'i yerde,
Göz Ahir'de gönül Zahir'de,
Ermek için Rahman'a ecelde,
İman edemesek halimiz nice.

Doğar şems, hidayet gibi gafil göze,
Alışmış adem görür de görmez.
Bir çevirse başın her yerde elif,
Görmese gözümüz halimiz nice.

Aşı buğday aklı dünya,
Gönlünde var koca derya,
Farkına varmadan gider ya,
Böyle olsak halimiz nice.

Lâice söyler sözün.
Bir hikmet vardır için.
Dilimizin hakkı içün.
Söylemesem halim nice.

24 Nisan 2014 Perşembe

Çiçek, Güneş, İstanbul

Çiçek, toprağa kavuştu
Güneş, Göğe
Sultan Mehmed, İstanbul'a
Ben, Sana

Çiçek, sardı toprağı
Güneş, kapladı Göğü
İstanbul, sevdi Mehmed'i
Sardım Seni, Kapladım kalbini, Sevdin beni.

Toprak, candı çiçeğe
Gök, canandı güneşe
Mehmed, Fatih'ti İstanbula
Sen cansın, Canansın, Fatihsin bana.

Sen geliyorsun ya
Toprağımda Papatyalar açıyor
Göğümü kapladı güneş
Fatih tüm aşkıyla İstanbul'a kavuşuyor

Sen geliyorsun ya
Özlem yerini sevince
Hüzün, neşeye
Şükür, secdeye bırakıyor.

Sen geliyorsun ya
Buralar çok değişiyor
İyi ki geliyorsun ya
İyi ki geliyorsun..

23 Nisan 2014 Çarşamba

Arif Yakarsa Kul yanmaz

Yanmak değil mes'ele
Ateşi hissetmekten gafilse insan
Kimisini güneşin önüne koysan 
Yanmaz nefsi soğuksa vicdan

Edepten uzaksa ruhu
Bir adım atsa çukura düşer
İlmine güvenip yürürse yolda
Rahman'ın gazabı üstüne çeker

Çevrene dönüp bakmazsan
Arife gönül yormazsan
Nefse kanıp ruhu doyurmazsan
Toprağın altı yazık sana

Aklı başında bir kul
Tevbe etmeli bolca şükür
Kalbin bozulsa üzül
Bir gafletin yakar seni

Müslüman koyar başın secdeye
Gönül dünya da bu neye secde
Dünyayı silmedikçe içte
O namazın yakar seni

İman ettin tamam sandın
İmandan gafil kaldın
Ne müslüman ne yalandın
İkilikler yakar seni

Baş secdede gönül Rab'de
Hakimiyet arif kalpte
Yürek bağı merhamette
Böyle kul yakar seni

Pişmek istersen yaklaş
Nefsin yanında yoldaş
Lâice der ey kardaş
Yan ki dünya da 
Yanmayacağın mekana ulaş



20 Nisan 2014 Pazar

Özün Özü

Ömre aldanmadan, nefse kanmadan,
Dünyada kalmadan sevdim.

Seni, sensin diye, Rab'bim versin diye,
Gönül dolsun diye sevdim.

Sana aşık bir kalp, Rab'be yanan yürek,
Ruha yağan rahmet ile sevdim.

Ben Sevmedim,O emretti
İtaat ettim, sevdim.

Yüreğin yanığına, hasretin yoğununa
Ömrümün kalanına bakmadan sevdim.

Bir Sen dedim, Bin âh dedim
Allah dedim, sevdim.

Gözümü açınca, göğe bakınca
Güneşi görünce, sevdim.

İsmin güzel diye, özün özel diye,
Dünyada karım diye sevdim.

Cenneti yüzünde, miski kokunda
Rahmeti gözünde buldum da sevdim.

Aklıma sığmadan, gönlüme dolmadan
Ölümü saymadan, sevdim.

Bakmadan yüzüne, bir avuç sözüne,
Melekten gelme sesine kandım da sevdim.

Ben Sevdim, Sen geldin
Biz olduk.

Ben geldim, Sen Sevdin
Öz olduk.

19 Nisan 2014 Cumartesi

Tüm Kardeşlerime

Selamun Aleyküm,
Yazma ihtiyacı hissettiğim bir ân geldi. Kendimde gördüğüm bir eksiği çağın hastalığı diye adlandırabileceğimiz bir zulüm olarak düşündüm.Öncelik belirlemede müslümanın yaptığı yanlışlar..

Hepimiz Türkiye eğitim sisteminde yetişmiş ve bir nevi at yarışına maruz kalmış insanlar olarak, hayatımızın en önemli kısmının iyi bir üniversite mezunu olmak ve yüksek maaşlı bir işe girip rahat yaşamak olduğu mantığıyla yol aldık. Bu kimi ailede az, kimi ailede çok olsa da, her aile içinde maalesef çocuğa verilecek eğitimin " Lanet olsun o eğitime" diye seslendiğim Milli eğitim bakanlığının yıllardır aklımıza yaptığı zulüm olduğunu gördüm. Bunun yanında dini eğitimi yazın gönderilen ve henüz yerleşmemiş Kur'an kursları ve ya okullarda din kitabından okuduğumuz İslami bilgilerle kısıtlı olduğundan 20'li yaşlarda bilinçte ki öncelik her zaman dünyaya yönelik olmaktadır. Sınav haftasında namaza başlamalar bitişinde seccadeyi katlamalar, cuma günlerinde okunan Yasin'ler ve gerisinde Kuran'ı görmeyen gözler. NE yazık ki bu nesil "bile" bu devirde kıymetli hale gelmeye başladı. Oysa ki anlayacak aklı, okuyacak gözü, duyan kulağı ve yazabilecek eli sana veren Rab'bin senden 5 vakit ayırmanı istiyor. Zaten her şeyin sahibi olandan istemediğin şeyleri, kendi vasfınla yaptığını zannederek övünüp şükürden yüz çeviriyorsun. Bir tarafta ne zaman öleceğini bilmiyor bir tarafta sanki toprağın altında maliye bekliyormuş gibi Allah'tan uzak çalışıyorsun. Bu hepimizin hatası.. Öncelik sınavsa O sınavda başına bir şey gelse koşacağın kapı Allah. Peki önce Allah'a koşsan da sınav sana açılsa. Önceliğin iş ise o işten bir hata ile kovulman ve ya malı bir kıvılcımın bir suyun bitirdiğini görsen yine "Allah'ım" diyeceksin. Peki şükrünü yerine getirsen de şer gelmeden hayrını görsen. Önceliğin "Sevgili" adını verdiğimiz cehennem ateşi ise, O seni terk ettiğinde Allah'ım neydi günahım diyorsun ya işte. Allah kıskançtır. Kendisinden fazla birinin sevilmesini istemez. Allah En Büyüktür. Allah her şeye sahiptir. Herkes O'na muhtaçtır ve O kimseye muhtaç değildir. Bunun bilincinde öncelik belirlediğin müddetçe düşünmen gereken her şey bir anda yok olur ve tek şey Teslimiyet olur. "Allah Dünyaya meyl edeni dünyaya köle eder, Allah'a meyl edene de dünya hizmet eder." Hadis-i Kutsi ile gördüğümüz gibi yaşadığımız dünyayı bir han sayıp sadece hancıya olan borcumuzu ödeyip yolculuk için hazırlıklarımızı yapmalıyız. Rızık derdine düşenlerden olmayın. Allah Herkesin Rızkını Vermiştir. Allah derdinde olun ki derdiniz de güzel olsun. Selam ve Dua ile.

18 Nisan 2014 Cuma

Yolcu

Yorgun olan göz kapaklarım değil.
Benim yükümü taşımaktan yorulmuş bir gönül bu dinlenmek isteyen.
Nefis yolunda yorulmuş bir ruh,
Ruhu boğmaya çalışan bir nefis.
Bütün bunlar bir bir oturdu gönül kafesime.
İnanamazsın ya gülümsedim.
Gülümsedim kaderin söylettiği "Allah dağını sınar karını öyle verir" sözüne.
Ya'rabbi, çukur gönlüm everest mi oldu ben bilemedim.
Ben, biz olalı bana vakit kalmadı.
Ne vakit ben desem biz yoluna çıktı yolum.
O sebeptendir benlik yolunu bir kenarda bıraktım.
Bize yürümeye çalışırken geri itildim, düştüm, kalktım.
Cayamadım, bırakamadım.
Bir kere yola çıkan yoldan çıkamadı.
Bin kere yoldan çıkan bir kere daha yola girdi.
Kurumadı ağlayamadığından gözlerim gönlümün yaşları.
Ve tükenmedi nefes alış verişim yorgunluğumda.
Yorgun olan göz kapaklarım değil.
Bu yük ağır gelir bana.

13 Nisan 2014 Pazar

Yarımın Yarımı

Şehrin merkezindeki bir kuytudan Âh sesi işitildi. Eyvah! nedir bu çığlık diyerek ahali oraya toplandı da, eşini bulamayan bir gönlün feryadına şahit oldular. Beden şehrinin en kuytu yerinden olan kalp, eşini bulana kadar Âh edip feryat eder içeride. Yarımlığını dile getirir, yarsızlık değil, yarımlıktır derdi. İşte benim gibi biçare olanların farkına varamadığı, daha doğrusu duyamadığı bu feryat aslen gönül bahçemizin toprağının sarı çiçeğini çağırması, yarımlığını tamamlaması için bir çağrıdır. İşte böyle bir hâl ile üstâdın karşısındaydım.

"Edeben nasıl sorulur bilemedim, yalnız kafamın içinde bir soru var ki, bu soru benimle doğdu benimle büyüdü  benimle yaşıyor üstadım." dedim.
-"İnsan yaradılışı suallerle dolu iken, zaman içinde bir çoğu kaybolur ancak bir kaç tanesi vardır ki bir ömür sorar dururuz. Buyur evlat nefsini yoran ruhunu saran bu merak neyin üzerinedir? dedi.
"Kendime soracak başka bir sual bulamadım üstadım. Ben yarımım, ne vakit gelecek benim yarımım? dedim.
" Akıl bali her nefsin soracağı bir sorudur ki bu, ruhun da, nefsin de denk kaldığı bir nokta ile çıkar karşımıza. 'Beşeri Aşk'.. Allahu Teâlâ Araf suresinde buyuruyor ki "Sizi bir tek nefisten yaratan, onunla sükûnet bulsun diye eşini de ondan yaratan Allah'tır. Sadakallahûl Azim.. Rab'bimiz, insanda olsun, hayvanatda olsun eşleri birbirine muhabbet içinde yaratmıştır. Bu muhabbet insanda ancak ve ancak Allah'ın kalplere yerleştirmesi ile ortaya çıkar ki bunu 'Rahmani Aşka' götüren bir yol olarak gören şahıslarda hem mutlu bir dünya hayatı hem de mutlu bir ahiret hayatı görebiliriz evladım. Kişi eşini seçerken öncelikle kendisini tartacak, daha sonra karşısındakini tartacak. Buna şahsi muhasebe diyecek olursak, önce kendimizi dilimizden başlayıp her hareketimiz ile, düşüncemizle bir hesaba çekmeliyiz. Daha sonra eşimizi hesaba çekmeliyiz. Biz on isek eşimiz bir olsa dahi dokuzunu muhabbet ile örtmek gereklidir evladım. Sevgi rızayı gerektirir. Rıza sabrı, sabır ise teslimiyeti. İşte evliliğin en temel kuralı da budur Teslimiyet. Çünkü bir ömür yaşasan her gün yeni bir huyunu öğrenirsin insanın. Bir huyunu sevsen bir huyu ters gelir. Zamanla göze batmaya başlar, önce kalbe sonra dile vurur. İşte başında teslim olursan sonunda murada eren olursun. Bu şu demek değil ki körü körüne biri ile evlen. Ancak, en biliyorum dediğin dahi muammadır bunu bilerek bir yastığa baş koy evladım. Bunun dışında bu devirde en değerli taştan daha değerli bir şey söyleyeyim mi evladım?" dedi.
" Lütfen üstadım" dedim.
"Bu devrin en kıymetlisi haline rıza gösteren ve edebi ve hayâsı ile süslenen eştir evladım. O kimsedir ki eşinden razıdır. Allah'ta ondan razıdır. Bir kadın kocasının en büyük dayanağıdır. Ancak öyle bir dayanaktır ki erkeği yükseltir ve ona hem sırdaş hem yoldaş hem de ilmen akıl hocası olur. Erkekte hanımının derdini dinlediği dostu, yorgunluğunu alan huzuru ve onun yanlışı olduğu vakit uyarıcısı ve koruyucusu mertebesinde olmalıdır. İlmin bittiği bir evlilikte evli olanlar ancak nefisler olur ki, o evde kavga ve gürültü eksik olmaz. İlim  muhabbetle, muhabbet de Muhammed (s.a.v.) ile olur. Evli bir erkek Peygamberimiz (s.a.v.)'in eşine nasıl davrandığını bilir de öyle davranır, hanımı da Hazreti Hatice annemiz gibi eşine tam bir teslimiyet ve sadâkat içinde olursa o evlilik iki dünyada'da sevgi, muhabbet ve İlahi nazarın çerçevesinde sürer gider. Unutma ki erkek gayrimüslim ancak kitaplı bir dine mensup bir hanım ile evlenebilir iken, kadın için bu haramdır. Bu erkeğin yaradılış fıtratına yönelik bir mesajdır ki hanımının yanlış olan bir halini düzeltmek senin boynuna borçtur zorlayamazsın ancak uyarmak zorundasın. Kadının kalbi, erkeğin de dili kırılgandır. Dilini yumuşak tuttuğun müddetçe mutlu olursun evladım. Sıra sualine geldi. Senin için hayırlı olan tam vaktinde gelecektir evladım. Vakti acele olsun diye hayırsızı çağırma. Bil ki yarımsan, yarın seni yarın bekliyordur." dedi.

"Bir sual yöneltsem bin cevap alıyorum üstadım. Akıl kalbe yerleşti, beden tefekkürde soruyor, Bu testi bu deryayı nasıl alsın?" dedim.
"Derya testinin içinde duruyor biz ise deryanın içinde, içinde kalsak dünyaya karışırız, dışarı çıksak mecnunluğa. Çırpınmamızın sebebi budur evladım." dedi.
"Bir damlayı derya eden Rab'bim ne büyüktür. Elhamdülillah üstadım." dedim.
" Allah kelamı konuştukça ruh, muhabbeti susamış bir insanın su içişi gibi içer evladım. Bize şimdilik müsaade." dedi.
" Allah sizi sevsin üstadım. Hayırlı akşamlar" dedim ve ince bir buz parçasına basar gibi zarafetle yürüyerek uzaklaşmasını izledim.
Allah bizi sevsin. Amin..

4 Nisan 2014 Cuma

Has bir hâl..

Galatayı sırtıma almış tefekkür denizinin ince dalgalarında akıl sandalımla geziyordum. Üstad'ın söylediği bir söz kafamda çınlıyor, sırtıma sadece galatayı değil tüm dünya yükünü almış gibi bir yük bindiriyordu. Cahillik bu ya, bir soru sorayım dedim. Hem cevabından üç beş hikmet kaparım hem de güzel bir sohbet eder günümüzü bayram ederiz. Bilemedim ki sorduğum soru içinde ben soru olarak kalacağımı..

Üstad nasıl dua etmeliyiz? Dua ederken neler söylemeli, nelerden kaçınmalıyız? dedim.

-" Yanlış kişiye sordun soruyu evlat." dedi. Şaşırdım.

"Neden üstadım bir isteğimiz, arzumuz olduğunda Allah'tan onu nasıl istersek daha kibar, daha zarif olur diye merak ettim." dedim.

-" Sen o soruyu istemesini bilene sor evladım. Biz istemesini bilenlerden değiliz." dedi. Bir sırra çekiyordu beni amma henüz anlayamamıştım.

"Affınıza sığınarak, anlayamadım üstadım." dedim.

-" Evlat biz, biz olduğumuzdan berisini biliriz. Bu vakitte de ne vakit elimi Rab'bime açsam ancak bir kelam dilime çengel olur. "Estağfirullah el Azim". Rahman olan Rab'bim elbet affeder ama biz bu kadar aciz iken ne vakit hata işlediğimizi bilemiyoruz. Tövbesini edemediğim bir günahımla Rab'bimin karşısına çıkmaktan hayâ ederim. İstemek bizim ne haddimize, O her şeyi bilen ve gereğince verendir." dedi.

Dondum sanki. İncelik içinde incelik. Zarafet içinde zarafet. Öyle bir hal ki bizim göremediğimiz bir çok bilgi barındırıyor içinde. Âh... Düşünmek için verilmiş aklı nelere kullanıyor insan. Allah kelamı bilmeyen, bilip de nefsine söz geçiremeyen kadar cahili var mı dünyada Rab'bim. Ne çok şey biliyor ve ne az şey biliyoruz Rab'bim..
Sohbet edelim derken sükûta hapsetti üstad bizi.

" Sorumun içine hapsoldum üstadım. Elhamdülillah.. Yeni bir ilim öğrenmenin verdiği bir heyecan var fakat cevabınıza aşka sükût ile eşlik etmek isterim." dedim.

"Biz, seni seninle yalnız bırakalım evlat. Bugünlük çok konuştuk. Allah ilmi sevdan olsun." dedi ve usulca kalktı. Adımlarındaki sakinlikle yüreğime basa basa gitti.

Allah sizi sevsin Üstad'ım.

13 Mart 2014 Perşembe

Bir şiir, Bir şarkı, Bir an

Aklıma kazınmış bir şiir,
Dilimde çalıp duran bir şarkı,
Dalıp dalıp durduğum uzaklarda rastladım sana.
Ne o şiiri sana okumuştum,
Ne o şarkı bizim şarkımızdı,
Ne de sen daldığım uzaklardaydın.
Ama yolum yine sana çıkıyordu.
Tesadüf diye diye susturdum kendimi.
Tek kelimeyle tesadüf.
Sustum dedikçe konuşur oldum.
Sustuklarımdan kaçmak için konuşur oldum daha doğrusu.
Havadan, sudan, şarkıdan hatta siyasetten bile konuştum
Dilim seni sustu.
Ben konuştum, o sustu. O konuştu, ben sustum.
Çok iyi anlaştık.
Şairin dediği geldi aklıma,
Bilinmeze doğru gider bildiğin bütün yollar
Sen bitmez san 
Bir gün biter bitmez sandığın o yollar.
Sonra bir şarkı çaldı aniden, incecik sesiyle solist,
"Fikrimin ince gülü," dedi.
Ve
Ben daldım adalara..
Bir ömrüm geçmiş gibi daldım.
Bir damlacık ömrümde deryalar buldum çıkardım.
Sonra sustum.
Sanki hiç bir şey yok gibi gülümsedim.
Gülümsedim,
Gülümsedim...

10 Mart 2014 Pazartesi

Bir Kelime Buyurdu. "Ol"

Kadim bir dostla oturduk bir sonbahar akşamında kalabalık ama boş bir kalabalığın ortasına. Yağmur Rab'bin merhametinin kanıtı gibi harıl harıl yağıyor kurak gönüllü toprağa. Bir sohbet havası var gözlerimizde ama ne O cesaretli sormaya ne bende var istek cevaplamaya. Benden yaşça bir hayli büyük olmasından hal hatır sohbetinden sonra sükûtu tercih ettim. Her kelimesi gönlümü yakan bir sözle başladı sohbetimiz..

-"Senin yaşında olup aşık olmak isterdim" dedi.
"Bizde o gönül ne arar üstâdım siz daha iyi bilirsiniz ama" diyebildim.
-"Gördüğüm gözden aşk için yaş akmış bellidir" dedi.
"Biz kendimizden başka bir sebebe yaş akıtacak durumda değiliz üstadım"
-"Bir de yanmış bir kalp var ki ah bir yaksam bu kalbi senin ki gibi" dedi.
"Nâra tutulmuş bir kalp adımlarında iz bırakır üstadım biz köze düştük ama yanamadık"
-"Sen köze düşmeyi kolay mı sandın gençken ateşe düşmek kolaydır önemli olan gönlü ateşe düşürmek." dedi.
"Biz acımızdan feryat edecek kadar zayıf, yanan bir kalbi şikayet edecek kadar güçsüzüz üstadım. Ateş bize geldikçe biz onu dünya suyuyla söndürmeye çalışanlardanız."
-" Kimisi ateşi bulur kaçamaz, kimisi yanar kaçmak istemez, kimisi ateşi görse kaçar. İnsan kısmetinde ne var o kadarını alır. Önemli olan ateşi görmek evladım." dedi.
" Bir nar var gönlümde sakladığım ki birine anlatsam cehennem der bir başkası cennet. Ben ne işin içinden çıkabildim, ne de çıkmak isteyebildim üstadım. Ateş beni yakmadı, ben ateş oldum yandım. Bir zaman geldi ne külüm kaldı ne isim, dünya beni bir söndürdü ki üstadım ne ateş kaldı ne kıvılcım."
-" Ateşe bir kere düşen izini gönlünden atamaz. Kaçsa kaçtığı  yerde ateşe kapılır. Aklıyla savaşsa gönlü yanar, gönlünü sustursa aklı ister. Bir kere düşen bu aleme bir daha 40 dünya gelse çıkamaz evladım." dedi.
"Ben de isterim üstadım. O ateşe düştüğüm vakitlerde olmayı. Ateş olup yanmayı bende isterim fakat istek, amel gerektirir. Amel gayret, gayret ise hikmet gerektirir üstadım. Hikmeti elden kaçırdıysak, gayrete ulaşmayı beceremeyiz ki yanalım tekrar."
-" Orada dur bakalım evladım. Amel öyle bir şeydir ki. Bir anlık gayretinle bir amel edersin hikmetinden sual olunmaz. Bir amel de zevkinden bin gayret getirir peşinden. Amelde hikmet gizlidir görene.
" Biz ne yanlış yaptıysak gayretten kaçarak yaptık üstadım. Ameli işlesek ufak gördük o olmadı büyük gördük ama her defasında kaybeden olduk. Ne çıkış gördüm bu yoldan ne de istek içimde. Bulamadım hal çaresini de söndüm kaldım."
-" Doğru dedin şimdi evlat. İnsan aşkı ya küçük görür kaybeder ya büyük görür kaybeder ama bilmez ki bir okyanusta ilerlerken bazen rüzgar bol gelir hızlı ilerletir bazen ise esmez olduğun yerde durursun. Bunun misali amel rüzgarını ne denli kuvvetli tutarsan aşk ateşini de o kadar kuvvetli tutarsın ama amelini ufak görürsen ateşin azalır büyük görürsen de o ateş seni yakar altından kalkamazsın. Bir muhasebe tutacaksın ki içinde kendine doğruyu da yanlışı da söylemeye utanmayasın. İnsan kendini bilirse başkasının desturuna gerek kalmaz." dedi.
"Eyvallah üstadım." diyebildim
Sohbetimiz sükût deryasında devam etti. Sönmüş olan ateş kıvılcımlanmaya başladı. Aşk bir kelimeyle var oldu. Bir kelime aşık etti. Bir kelime yoku var etti.

11 Şubat 2014 Salı

İyi ki

En Zoruyla başladı hayat. 
Kurulmuş olduğun düzenden ayrılıp hiç bilmediğin bir dünyaya göz açmak, bağırmak, ağlamakla.
 Yıllarca gerektiği gibi kendimizi anlatamadık hatta büyüdükte anlayanımız olmadı çoğu zaman.
 İstediklerimizi elde etmek bir bebeğin masadaki emziğine uzanması kadar zor oldu.
 Bitmedik imtihanlar verdik.
 Çoğu bizi yordu sandık ama yorulmak için çok erkendi.
 Ne uyuyabildik tam kafa dinginliğiyle ne de uyanabildik. 
Ne sevebildik birini koşulsuz, korkusuz ne de nefret edebildik.
 Hep sınırlar, hep bi çekingenlik besledik içimizde.
 Görmek istemediğimiz şeyler gördük. 
Kırılmasını istemediğimiz ama her defasında kırılan kalbimiz bile ne istediğini bilmez oldu. 
Kıskandık, tasalandık, kırıldık, dağıldık, ağladık ama sonunda büyüdük. 
Yaş olarak büyümenin bir yararı olmadığını gördük böylece.
 Asıl büyümenin sevdiğin ve istediklerinin seni yıpratmasıyla gerçekleştiğini gördük. 
Ne zordu bunu anlamak, kabullenmek. Bencil olmayı öğrendik hayatta.
 Çünkü kimse tam anlamıyla seni düşünmüyordu ve kimse ne senin duygularını ne de kararlarını kabul etmezdi. 
Günaha girdik çoğu zaman, çırpındık, tövbe ettik ama tekrar ettik. 
Bile bile lades denilen şey tekrar edip durdu.
 Yıprandıkça ondan kaçmayı da öğrendik işte. 
Ama en çok neyi öğrendik biliyor musunuz?
 İyi ki demeyi öğrendik.
 İyi ki yaşamışım bütün olanları.
 İyi ki kırıp dökmüşler beni. 
İyi ki benim ona verdiğim değeri bana vermemiş ki görmüşüm onun yüzünü.
 İyi ki büyütmüşüm parça pinçik kalbimi.
 Artık ne istediğimi biliyorum.
 Artık aklımında yeri var hayatımda diyorum. 
Biz kurtulanlarız.
 O bencillik bağımlılarından kurtulup kendi hayatımızı kurabilenler.
 Duygularına esir olmadan, kırıklarını tamir edebilenleriz. 
Teşekkürü borç bilirim tüm kazık atanlara.
 İyi ki vardınız. 
İyi ki yoksunuz.

3 Ocak 2014 Cuma

Böyle "İnsan" Olmaz

Nefsin dolu dolu haykırdığı günlerden birine daha son verdik. Dağın taşın kaldıramadığı bir yükü üstlenmiş olan ve bir gün daha burada kalmaya hak kazanmış İnsan yeni bir güne doğru uykuya daldı. Uyanıkken neyle meşgul olduysak uykudayken bilinç bize onu sundu. Gün içinde, hayat içinde sürekli bir meşguliyet. Hak'la meşgul olanın sayısı olabildiğince az iken haktan uzaklaşanlar an geçtikçe düşüyor dibini bulmanın zor olduğu haram çukuruna. Ne zor bilip de susmak, tek tek uyarmayı hatta kendini uyarmayı bile başaramamak ne zor. Bildiklerini geriye atıp kafanı ve tüm vücudunu ele geçirmiş bir hayvanla yaşamak ne de zor. Ruhu nasıl boğuyor bu yaşantı farkında olmadan "İnsan". İnsan fark etmiş olsa ufak tatlar için büyük bir varlığı yokluğa sürüklemez. İnsan ruhunun farkında olmadığı müddetçe topraktan oluşan bu bedene böylece tıkılı kalır işte. Bilemiyor ki buna çok çok yakın bundan çok çok öte bir hayat var. Hani sürekli arzularlar ya şöyle herkes mutlu olsa böyle herkes barış içinde olsa işte orası var hemde tüm dünya varlığını bir kaç saniye sürdürmüş gibi hissedeceği sürece var olacağı bir hayat. Bu dünya da O dünya'yı haketmediği müddetçe, hakedene kadar arınacağı bir dünya daha var. Kolaya indirgersek bir cennet var bir cehennem ve cehennemin sonunda yine cennet var. Ne zor geliyor ufacık bir haramdan sakınmak oysa ne kolay hayır demek. İstediğin vakit hayır diyebiliyorsan, gerçekten istediğin vakit de "hayır" demeyi öğrenmelisin işte. Olay "Hayır" da bitiyor.

Nefis bizi boğazladıkça ki örnek verecek olursam..

Hayat çok zor, Bu iş çok zor, Bunun altından nasıl kalkarım, Keşke yapmasaydım, Ben bunu haketmedim, Ölsem de kurtulsam, Ben bunları yapamam, Benden adam olmaz, Ben en iyiyim, Ben en kötüyüm, Bir kereden bir şey olmaz, Allah Affeder, Önemli olan niyet, Tövbe ederim geçer.

En sık kullanılanlar bunlar sanırım Nefis tarafından bizi kandıran ve zayıflatanlar. Gündelik hayatın her anında kullanılan klişeleşmiş kelimeler. Hepsi ama hepsi sadece kandırmaca. Evet Allah affeder ama Allah'ın affedeceğini biliyorsan niye bunu yapıyorsun. Evet niyet önemli ama bir şeyi bu şekilde yaptığında asıl niyetin ne oluyor? Kendini kandıramıyorsun daha kimi kandıracaksın "Seni senden daha iyi bileni mi?" Tövbe..
"Yarın yine aynı işi yapacağını bilsen yine tövbe et yarın olur sen olmazsın." Evet ama ya tövbe edecek zamanın olmaz ise? Peki ya ölüm? Ölüm kaçış mı yoksa varış mı onun farkına bir varalım önce. Dört dörtlük olsa kul elindekinden sorguya çekilecek. Kendini çok mu görüyorsun da ölümden korkmuyorsun. Ölmekten değil hesabını veremeyeceğin şeylerden kork. Kaçtığın yere değil varacağın yere bak. Zamanın varken de O yerin cennet olması için çalış. Nefse yenik düştükçe, ruhu yorarız. Ruh yoruldukça, sinir, kibir, aksilik, bencillik çıkar ortaya yani "Hayvani" özellikler. Merhamet azalır, fikir körelir, ibadet zorlaşır, zikir tükenir. Ve insan en çok kelimelerle nefsine yenik düşer. Kelimelerinin gücünü anlaması için Peygamber (S.A.V.) ne de güzel bir hadis söylemiş."Ya hayır konuş Ya Sus." "İnsan kaderini diliyle yazar."

Uyanamayacak olanlar var. Kaybetmiş olanlar. Allah bizi cehalet uykusuna düşürmeden Arif bir gönülle uyanık olalım İnşaAllah. Selam ve Dua ile..