20 Ocak 2016 Çarşamba

Gözünü Aç

Ey Göklere Sır Olmuş Efendim,
Ey Kar gibi alemlere yayılmış meleklerin dostu,
Gönle düşen volkan ateşi,
Ruhumun şefkat nefesi.

Siz evladınıza nazar etmeseniz hangi gün yüzümüz güler,
Duanıza amin diyen dil hangi kelamla daha bahtiyar olur.

Bildim dediklerimizi, bilmez ettiniz.
Gördüm dediklerimizi, görmez ettiniz.
Buldum dediklerimizi, sır ettiniz.
Bize biz kalsak eyvah iken Sizinle Seyyah olduk yokluk aleminde.

Ne vakit düşsek, dert bildik.
Bilmedik düşüreni.
Ne vakit gözümüze yaş gelse dünya dedik.
Layık olana dökmedik Ab-ı çeşmi.

Biz kendimize zulmederken,
Siz büktünüz dik başımızı.
Merhamet değil de nedir bu?

Ne çok bakarız, ne az görürüz Efendim.
Var mı kendini göremeyenden daha körü?
Var mı kendini bilmeyenden daha cahili?
Bilmezdik, görmezdik efendim, affedilmez isek nice halimiz..

3 Aralık 2015 Perşembe

Bir Sevda Acısı

Seni uzun uzun seyretmek istiyorum Papatyam.
Gözlerimin önünde ruhumu neşelendiren yüzün olsun,
Gözlerinde takılı kalsın zihnim.
Hafızamın tamamını sen doldur da başka kimselere yer kalmasın.

Bazı geceler çehrenin hayaliyle uykuya dalıyorum,
Bazı geceler uyuyamıyorum o hayalle.
Özleminin ateşi artık yakmıyor bile kül oldu ciğerim.

Ne yana dönsem senden bir parça var dünyada.
İç dünyam sensizlik mağduru kurak, bitik, yıpranmış.

Sahi bilir miydim böyle zor olacağını son kez gözlerine dalarken.
Bilseydim kırpar mıydım gözlerimi?
Bırakır mıydım ellerini.
Seni özlüyorum dediğin her gün,
Sana ölüyorum.
Öylesine değil Ölesiye Seviyorum.

16 Kasım 2015 Pazartesi

Gel-Git Akıl

Aklıma geldin, sustum
Ne ara kalbimden aklıma geldin.
Bir düşüneyim dedim yandım
Sen sen olalı hiç böyle yakmadın..
Soruyorum kendime böyle olmak zorunda mı
Her seven sevdiğinden mi imtihan olacak.
Peki o "mutlu" gözükenler gerçekten sevmediğinden mi mutlu?
Gerçekten sevmenin zekatını mı yaşıyoruz.
Bir şans daha verilse yine severim desek de biliyoruz ki bir şans daha yok.
Bir dahası olmayan bir hayatın içinde yaşıyoruz.
Bir daha eski haline getiremediğimiz, kırdığımız kalpler.
Bir daha saramadığımız kollar, öpemediğimiz dudaklar, seni seviyorum diyemediğimiz gönüller.
Aslında hepsi bir sonuca çıkıyor.
Hayat gidiyor.
Yakalayamıyoruz.
Koşamıyoruz.
Kaybettiklerimiz yanımızda hüzün olarak duruyor.
Kazanmak zaten yok.
Sahi ne zaman bu kadar büyüdük.
Nerede kaldı oyunlarımız?
Nerede sınav korkumuz, öğretmen endişemiz.
Hayat en acımasız öğretmendir demişler.
Hayat tecrübenin kendisi,
Her hayat kişinin kendi imtihanı.
İmtihanı verene Hamdolsun..

8 Eylül 2015 Salı

Rüya Dünya'sı

Hisar'ın huzur dolu bir köşesinden..

Bir söz, bir düşünce, bir "Ol" bizi bize getirdi. Karşımıza çıkan tüm engeller, elde ettiğimiz tüm başarılar, şer gördüğümüz güzellikler ve güzel gördüğümüz şerler, hepsi bir Rıza-i Celil ile var oldu.
Ne kadar az düşünüyoruz. Ne kadar kaptırmışız ki rüyaya kendimizi bunları görmekten aciz kalmaktan rahatsızlık bile duymuyoruz.

Kaç vakit geçti bilemedim düşünce deryasının derin sularında ama bir huzur kokusu gözlerimi rüyaya açtı. Üstad cehalet topraklarıma baharı getirmiş, renk renk çiçek tohumları saçıyordu. Bir an duraksadım O'nu görünce. Her gördüğümde daha mı heybetliydi yoksa beni kendine bağladıkça gözümde dahada mı  büyüyordu bilemiyorum. Çöllerimi, kurak topraklarımı aştı da geldi. İyi ki geldi.

"Esselamu Aleyküm Üstad'ım" dedim. Sevdiğini uzun süre görmemiş bir genç gibi heyecanlıydım. Onsuz kalan düşüncelerim, zamanlarım beni yine eski halime döndürecek diye korkuyordum. Daha kendi başıma kalmak için hazır değilim, cehaletimden çekiniyorum.

"Ve Aleyküm Selam ve Rahmetullah Evladım. Günümüz, sohbetimiz hayır olsun. Ne için geldik, ne ile gideceğiz" dedi, sustu.

Bugüne miydi bu soru yoksa ömre miydi bilemiyorum. İkisi içinde cevabın sır olduğu belli ama, bizde cevap ne onu soruyordu anlaşılan.

"Nefes için geldik Üstad, uyanmak için. Bir an da olsa gözlerimizi kırpmak için geldik. Hayırla geldik inşallah hayrı yanımıza alıp gideceğiz." dedim. Beni tatmin etmedi cevabım fakat Üstad tebessüm etti.

" Bilerek ya da bilmeden bir insan ömrünün açıklamasını yaptın evladım. Biz bu rüyaya gözlerimizi bir an açma hevesiyle düştük. Zaten bir sefer Huşû ile namaz kılana Cennet'in müjdelenmesi de bu sebepten değil midir?
Rüyaları bilir misin evladım. İçinden çıkana kadar rüyada olduğunu bilmez insan. Farkına varırsa da ya hemen uyanır ve ya o rüyayı kendi istediği gibi yorumlar. İşte bize de bu gereklidir. Farkına varıp hemen uyananlar ölüm anındaki kullardır. Rüyayı bilinçli yaşayanlar da Allah dostlarıdır. Bu ömrün bir anını rüyada olduğunu bilerek yaşayabilirsen, bir ömrünü gerçeğin bilinciyle geçirirsin. İnsan ya rüyadadır ya gerçekte. Gerçeği buldum sanıp rüya aleminde yaşayanların vay haline." dedi ve sükunetle gözlerini deryaya çevirdi.

Bu defa ben soru sormadan O bana hem soru hem cevap oldu. Kendimi çok fazla tutamadım.
" Nasıl uyanacağımızı da söyle Üstad'ım. Bu rüya'nın sırrı nedir?" dedim.

"Rüya'nın sırrı yoktur evladım. Rüya apaçıktır. Göremeyen göze, duyamayan kulağa, hissedemeyen ruha yazık. Mucizeyi görmek istiyorsan kendine bak yeter. Ne demiş büyüklerimiz 'Görenedir görene, Köre ne?'" dedi.

Acizliğimi öyle derin hissettirdi ki bu söz tek bir kelime dahi edemedim. Selamlaştık, ağır ağır uzaklaşmasını izledim. Gittikçe derine çekiyordu beni. Hayırlısı dedim sustum.

12 Ağustos 2014 Salı

100. Yazı

Allah'ın selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Burada yazmaya başlamamın üstünden 99 fikir geçmiş. Şimdi 100. ile kendi dünyamdan seçtiğim kelimeleri size sunmaktayım. Bu blog bir kişiyi etkilemek, O'nun hakkında hayallerimi yazmak ile başlayıp Ufak bir günlük, şiirler, uyarılar, kişisel itiraflara kadar her şeyin içinde bulunduğu bir blog haline geldi. Hayatı boyunca konuşmayı sevmiş biri olarak, kimseyi dinleme zahmetinde bırakmadan sınırsızca konuşmak olarak gördüğüm yazı yazmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Bunları söylemek komik olsa da, Allah'ıma yazabilme kabiliyeti verebildiği için hamdolsun. Bugün eskiden yaptığım gibi gerçekleşecek olan bir hayali satır satır gönlünüze işleyeceğim.

Ne yıllar geçmişti, ne günler. Tamı tamına en doğru zaman, en doğru  ve en çok sevdiğim yerde uyandım. Yanımın boş olması şaşırttı birden. Daha doğrusu dolu olması da şaşırtırdı ama bu sabah erken kalkmaz diye umuyordum. Saat kurmasam beni hiç bir güç uyandıramazdı. Malum evlilik sonrası düğün telaşı ve öncesi yeterince yorucu, eve kendimizi attığımız gibi öylece uyuyakalmıştık. Yeni evimde ilk sabahım. Yüzümü yıkadım bir yandan sesleniyorum "Hayatım?". Ses yok.. Aşağı indim baktım mutfakta bir şeyler yapıyor. "Ne yapıyorsun sen burada? Hani öyle erkenden kalkmak yoktu. Şimdiden hile yapıyorsun bak". dedim. Onca zamanın hasreti bir ömür çıkacak gibi değildi. Sımsıkı sarıldım. "Hayırlı Sabahlar karıcığım" dedim. Tepki vermemesinden anladım ki yattığı yer çok rahattı. Kısa süre sonra kafayı kaldırdı "Hayırlı sabahlar kocacığım asıl sen niye uyandın ki ben kaldırırdım seni" dedi. Benimle konuşurken neredeyse O'nu duyamayacaktım. Kollarımda olması ve yüzüne bakıyor olmak beni huzurla alıp cennet diyarlara götürüyordu adeta. "Kahvaltı hazırlıyorsun ama yukarı çık hazırlan başka bir işimiz var bizim" dedim. Önce suratı asıldı. Konuşacak gibi oldu ama susup yukarı çıktı. Merak, isteğin önüne geçti. Ben masaya çıkardıklarını toplarken O hazır olmuş gelmişti bile. Bir kadına merak ve mutluluk verirseniz çok hızlı davranabilir. Biraz daha zaman kazanıp merakını alevlendirmek için yavaş hareket etsem de 15 dakika da ben de hazır halde, yola çıkmıştık. Nereye gideceğimizi hiç sormadı. Bana güvenmesi için daha önceden bir çok sebep vermiştim O'na. Eğer ben gizli bir şey yapıyorsam sonunda kesinlikle mutlu olacağını biliyordu ve susuyordu. Kadıköye yaklaşırken aklında bir şeyler belirdi sanki bana bakıp gülümsedi. Sonra Haremi geçtik ve dayanamadı " Buldum Kız kulesine karşı simitle çay içeceğiz değil mi?" diye sordu. Yoldan kafamı çevirmeden gülümsedim. "Az kaldı sevgilim" dedim. Arabayı park edip, karşıdan karşıya geçtik. Bilerek biraz yürüyelim diye çok yakına park etmedim. Orada el ele yürümeyi çok seviyorum. Kız kulesi iskelesine geldik. Buradan kız kulesini görmeye gelenler teknelerle karşıya geçiyordu. Ama hepsinden farklı bir tekne yanaştı. Tam konuştuğumuz vakitte, tam olması gereken yere. Tekne değil bir yat ayarlamıştım sevgilimle ilk kahvaltımız için. O ne olduğunu anladığında şaşkın şaşkın bana bakıyor, etrafını izliyordu. Çevreden geçenlerin dahi dikkatini çekmiştik ama umurumda değildi. Sadece kaptan ve biz varız, başka kimse olsun istemedim normalde hizmet edenler de olabilirdi ama sözüm var kahvaltıyı ben hazırlayacaktım. Alıp yerleştirdiğim şeyler hazır şekilde bekliyordu. Çabucak bir sofra hazırladım. Oturduğu yerden kız kulesini, Üsküdarı, isterse tüm boğazı görebileceği bir kahvaltı hazır, hayatımı anlamlandıran sevgiliyi bekliyordu. Güvertede etrafı izlerken sessizce yanına gittim. Beline sarılıp yanağını yanağıma koydum ve "hadi ben açlıktan seni yemeden kahvaltımızı edelim" dedim. Kahvaltı sonrası kahvemizi beraber yaptık ve hep bizi kavuşturan Kız Kulesine karşı 40 yıllık hatrımızı ona bıraktık. İstanbul'a karşı hikayeler anlattım O'na. İstanbul'umuza ait olan, Bu güzel şehri daha da güzel kılan hikayeler. O kendi yorumlarını katıp beni şaşırtıyor sonra sanki çok önemli bir şey anlatıyorum gibi ciddi ciddi beni dinliyordu. Yüzüne baktığım çoğu vakit anlattığım şeyi karıştırsam da ilk güneşimizi beraber batırmış ve tekne turumuzdan aşkın topraklarına ayak basmıştık. Daha sonrası ne buraya yazılır, ne bilinir. Beraber yaşadığımız vakit, dost sohbetlerinde otururken bahsi geçerse devam ettiririz elbet neler olduğunu. Maşallah ki Bülbül Gülünü buldu. Hamdolsun ki O gül bülbül'e yuva oldu.

12 Temmuz 2014 Cumartesi

Yeni Bir Başlangıç

Bu sefer eskileri yeni bir dille anlatmaya başlayacağım. Bu sefer ki anlatacaklarım bir hayal ve ya dua'dan ibaret olmayacak. Aşk dediğimiz tek harflik kainatta bizim dilimize çocukken düşen aşk olsun dualarının zaman geçtikçe nasıl içimize işlediğini anlatmak istiyorum. Kırık dökük sandığım kalbimin nasıl Anka kuşu gibi kendi aleviyle yeniden doğduğunu ve bu doğuşunda nasıl güçlendiğini anlatmak, Aşk'a kapılan bir gönlün ne gördüğünden, nereye gittiğinden bahsetmek istiyorum. Kolay değil elbet bunlardan bahsetmek. Ancak en çok sevdiğim sözlerden biri çalınıyor kulağıma " kimse kolay olacak demedi."

Bizim buralar geceleri farklı olur. Tenha, hafif esintili olur en sıcak günde bile bir rüzgar çarpar kulağına insanın. Gökte yıldız olmasa Ay, Ay olmasa yıldız olur. Sırlıdır bizim buraların geceleri, dinleyebilene Aşk okur.

Bir türlü dinlemeyi becerememiş bir aşık sokaklarda dolanıyor eski zamanlarda. Sahi eski zamanlar deyince ne kadar geri gitmek gerekiyor. Çok eski olmasa da, geçmiş içinde anıları barındırdıkça eskiyor git gide. Bir telefon elinde şiirler yazıyor. Kendine aşık diyor o vakitlerde ve ya kendini öyle biliyor, halini ancak bu şekilde sıfatlandırabiliyor. Biri çelmiş aklını belli, aklı hariç her şey yerinde duruyor. Saat günü geçirmiş, sokakta sadece hoyrat köpek sesleri. Etrafı dinliyor bizim aşık, içinde bir his var ki tam kelimelere dökmelik ve dayanamıyor yeni bir not açıyor telefonundan;

Gece gibisin ey Sevgili. İçimi ürpertiyor bakışların ama kendimi senin gözlerinden ayrı tutamıyorum. Gece gibi sırlar saklıyorsun nefesinde, bilemiyorum ne söyleyebilirim sana ve ya her şeyi söylüyorum da susmanı izliyorum. Gecenin karanlığıda var Ay ışığının eşsiz güzelliği de gözlerinde. Beni her gün güneşin batışı gibi batırıyorsun denizlerin dahi uzak olduğu yerlere. Seni koklayıp, seni görüp, sensiz kalmak ne zor..

Okusa acaba ne düşünür diye hayallere dalarken evin kapısına geldi. Şimdi yukarı çıkacak ve içinde ki hüznü, özlemi, eksikliği bir kenara bırakıp yüzüne koskocaman bir tebessüm maskesi takacaktı. Ne zordu bu herkesin iyi misin demesine "hamdolsun" demek. Bilinmeyen bir sevdaya düştüm sanarken düştüğünün sadece cennet bahçesinde bir ağacın gölgesi olduğunu bilemezdi aşık sıfatlı çocuk.

Böyle başlamışken Aşık sıfatlı Çocuk'u yazmaya hikayenin cennet bahçesinin en nadide çiçeği olan sevdalısı olduğum On'da O'nu bulduğum elinde bir fincan çay ile geldi. Oldum olası ince belli bardakla istemem çayı, 2 dakikada bitirip tekrar Yarimi gözlerimin önünden uzaklaştırsın istemem. "Yazarken seversin sen hangi kelimeleri resimlere dönüştürdün yine" diyerek ekrana uzattı kafasını. Daha başını okurken anladı O'nu yazmaya başladığımı. Yıllar önce söz verdiğim bizim romanımız yavaş yavaş kelimelerine kavuşmaya başlamıştı. Çayımdan yudumlamadan şeker ellerinden öptüm Esma'mın. O'nun getirdiği çaya şeker atmama gerek kalmıyor böylece. Her defasında merak eder okurdu ama bu sefer merak etmek istedi ve "Çayın biterse haber verirsin" diyerek beni bana anlatmaya bıraktı..

29 Haziran 2014 Pazar

Bir Garip

Bir yeni zelzele daha var içimde
Sarsılıyor bildiklerim, bilmediklerimin önünde.

Can verir gibi ruhuma ettiğim bu mücadele
Çekişiyor şeytan ile melek eski, tenha bir yerde.

Aksini söylerken aklım, kalbim siliyor şevkimi
Aklın konuştuğu yerde gönül kimsesizlerde.

Bir ezan daha okundu bir yerler de bir selâ 
Akıl dediğim akıllanmaz, görmez çekse bin cefa

Yenik düştükçe zayıfladı kalbim zalimin elinde,
Ben demek ne büyük zulümmüş anladım bir fakirin evinde.

Tâ ki düşer gönle ateş o vakit huzur bulur,
Ne hikmet var ne marifet ateşi olmayan gönülde.

Bize mi kaldı diyor nefsim bunca sönüğü yakmak,
Kim kurtaracak sahi bilmeyeni, dili olmayanın elinden.

Biz korkmadıkça hak söylemeyi vardır bir yolu elbet
Hak'kın yolu birdir elbet, elbet yakar derinden.

Ne şüphem var ne sorgu, konuşur biri içimden
O derse ak, bil ki kara hayırlısıdır ferinden

Ne büyük makamdır hiçlik ki yok olmaya sahip
Okyanusu görmeyene yoktur derini denizden.

Bizden başka biz mi var ki sen konuşup durursun,
Uslanmadan kendini ne diye avutursun,
Sanma sonsuzdur bu yer sen sanma ki sonsuzsun,
Sonsuz sandığın herşeyi yer altında bulursun.